Olaylar
Emniyet teşkilatının polis memuru ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılan sınavlarda başarılı olan başvurucu polis meslek eğitimine başlamıştır. Eğitim sürecinde başvurucu hakkında yapılan güvenlik soruşturması neticesinde eşinin resmî belgede sahtecilik suçundan ceza aldığı ve hükmün açıklanmasının geri bırakıldığı (HAGB) tespit edilmiştir. Bunun üzerine mülga Polis Meslek Eğitim Merkezleri Giriş Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) 7. maddesi uyarınca başvurucunun aday öğrencilik hakkı sonlandırılarak Polis Meslek Eğitim Merkezi Müdürlüğünden (POMEM) ilişiğinin kesilmesine ilişkin işlem tesis edilmiştir. İşlemin iptali talebiyle açılan davada İdare Mahkemesi davanın reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine Danıştay, mahkeme kararının onanmasına hükmetmiş ve karar düzeltme istemini de reddetmiştir.
İddialar
Başvurucu, yapılan güvenlik soruşturması neticesinde eşi hakkında HAGB kararı verildiğinin ortaya çıkması üzerine polis meslek eğitim merkezi öğrenciliğinden çıkarılması sebebiyle açılan iptal davasında temyiz isteminin hiçbir gerekçeye yer verilmeksizin reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Mahkemenin Değerlendirmesi
Anayasa’nın 70. maddesinde kamu hizmetine girme hakkı temel bir hak olarak düzenlenmiş ve yine Anayasa’nın 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceği kuralına yer verilmiştir. Başvuruya konu olayda ise mülga Yönetmelik’te yer alan hüküm dayanak alınmak suretiyle POMEM’lere başvuran adaylarda aranılan şartları taşımadığı gerekçesiyle başvurucunun POMEM’den ilişiği kesilmiştir.
POMEM öğrenciliği için aranacak şartların düzenlenmesi konusunda mülga Yönetmelik’e yetki veren 3201 sayılı Kanun’da, POMEM öğrenciliğinin nitelikleri açısından herhangi bir düzenlemeye yer verilmemiş, anılan Kanun’un ek 24. maddesinde POMEM’e alınacak öğrencilerde aranacak şartların yönetmelikle düzenleneceği belirtilmekle yetinilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin birçok kararında HAGB’nin uyuşmazlığın esasını karara bağlamadığı, yargılamayı hükümle sonuçlandıran bir karar niteliğinde olmadığı ve bu kapsamda nihai bir sonuç da doğurmadığı değerlendirilmiştir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi, HAGB kararının suçluluğu tespit eden bir karar olarak kabul edilmesinin başta masumiyet karinesi olmak üzere temel hakları ihlal edebileceğine dikkat çekmiştir.
Başvurucu uyuşmazlığa konu işleme dayanak yönetmelik hükmünün üst hukuk normlarına aykırı olduğunu hem dava dilekçesinde hem temyiz dilekçesinde dile getirmiş, ayrıca HAGB’nin kesinleşmiş bir karar olmadığını, niteliğinin tartışmalı olduğunu ve denetimli serbestlik dönemi geçtikten sonra beraatle aynı sonucu doğurduğunu ifade etmiştir.
Başvurucunun medeni hak ve yükümlülükleri yönünden belirleyici bir nitelik taşıyan, ayrıca kamu hizmetine girme hakkını doğrudan etkileyebilecek ve sınırlandırabilecek kapsamda olan mülga Yönetmelik hükmünün kanunlara ve Anayasa’ya aykırılığı iddiasının davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte esaslı bir iddia olduğu açıktır. Yine HAGB’nin yargılamayı hükümle sonuçlandıran bir karar niteliğinde olmadığı ve bu kapsamda sanık hakkında -ki başvurucu sanık değil sanığın eşidir- nihai bir sonuç doğurmadığı düzenlemesine ve yargısal içtihatlara karşın HAGB’nin değerlendirilmesine yönetmelikle istisna getirilip getirilemeyeceği hususu ile başvurucunun HAGB kurumunun niteliğine yönelik iddialarının ciddiliği de ortadadır. Dolayısıyla başvurucunun söz konusu iddialarını mahkemeler önünde ileri sürebilme imkânına sahip olması ile birlikte gerekçeli karar hakkı uyarınca mahkemelerin de kararlarında esaslı iddiaları karşılaması gerekmektedir.
Somut olayda ise başvurucu tarafından ileri sürülen ve sonuca etkili olabilecek söz konusu temel argümanların derece mahkemesince incelenmediği ve gerekçeli kararda anılan hususlara yönelik herhangi bir değerlendirmede bulunulmadığı anlaşılmıştır. Bu kapsamda uyuşmazlığa yönelik temel meseleler derece mahkemesince gerekçeli kararda tartışılmamıştır.
Yine başvurucunun benzer iddialarla temyiz talebinde bulunmasına karşın temyiz merciince de söz konusu hususlara yönelik hiçbir açıklama yapılmadığı ve gerekçe oluşturulmadığı görülmüştür. Kural olarak derece mahkemesi kararında esasa ilişkin hususlarda yeterli gerekçe bulunması hâlinde temyiz merciince bu karara atıf yapılarak değerlendirme yapılması makul görülebilir. İlk derece mahkemesi kararında gerekçe bulunmadığı hâllerde ise başvurucular tarafından ileri sürülen esaslı itirazların temyiz mercii tarafından gerekçeli bir şekilde karşılanması gerekir. Somut olayda başvurucunun temel iddialarının ilk derece mahkemesince kararda tartışılmamasına ve gerekçe oluşturulmamasına rağmen başvurucu tarafından ileri sürülen esaslı iddiaların temyiz merciince de karşılanmadığı görülmüştür. Bu durumun yargılamayı bir bütün hâlinde adil olmaktan çıkardığı değerlendirilmiştir.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.